19 Haziran 2007 Salı

Türkiye'nin Reklam Sektörü Viral ile Sarsılacak!

Bu yazıda çok büyük/afilli cümleler kurup sizi sıkmayacağım, çok teorik olmamaya ve içimden geldiği gibi yazmaya çalışacağım. Zaten google'dan arattığınızda karşınıza çok güzel yazılar çıkacaktır ama benim derdim başka!

Mesela sol üst taraftaki görsel çalışmayı görmeyen neredeyse kalmamıştır. TV reklamı yapması yasak olan bir sektörde bundan daha iyi nasıl değerlendirilir fırsatlar bilemiyorum. Türkiye'de viralin babalarından biridir bu çalışma. Tek bir görsel ile bütün konuyu özetlemek diye ben buna derim:)

Çok iddialı bir başlık olduğunun farkındayım ama interaktif pazarlama dünyasının içindekiler bunun böyle olacağını bilirler. Web 2.0 ve diğer gelişmeler ile artık içerikler tamamen kullanıcıların hakimiyetine geçme yolunda ilerliyor. Blog'un başlığının altındaki slogan aslında tamamen bu durumu net ifadeler ile anlatmak amacındadır.

Bunun birçok sebebi var, bunları teker teker saymaya gerek duymuyorum. Zaten artık çoğu kişi bunların farkında. Pazarlama açısından baktığımızda ise (hedef kitle bazında) olayı şöyle özetleyebiliriz aslında: Artık çoğu insan bilgisayar ile çalışıyor, dolayısı ile gününün en az 5 saati ile 12 saati (ve hatta daha fazla olanlar var bkz. ben) arasında internette dolaşma imkanı buluyor. Akşam evine gittiğinde ise en fazla 4-5 saat (tabi bu zamanın içinde yemek, duş, ailesi ile muhabbet vs. gibi durumlar söz konusu) ayakta kalabiliyor. İnternetin, iletişimsel bütün avantajları yanında, bu olağanüstü gelişminin en önemli nedenlerinden biri de bu süreçler kanımca, anladın sen onu:). Şunu demeye getiriyorum aslında; Örneğin viral patlamasında büyük rolü olan Youtube için daha çok zamanımız var ama TV, Radyo vs. için çok daha az. Ve daha da önemlisi pazarlama aktivitelerinin aynılığından sıkıldık, bizler farklılaştıkça onlarda bizimle beraber gelişsin istiyoruz.

Şimdi aşağıdaki sorular üzerine biraz düşünmenizi rica ediyorum rica ediyorum:

E tamam, yukarıda anlatılanları (ve anlatılmayan bir sürü süreç ile avantajı) biliyoruz, peki bununla ilgili neler yapıyouz? Pazarlama aktivitelerimizi, iletişim stratejilerimizi ve konumlandırmalarımızı bu süreçleri göz önünde bulundurarak yapıyor muyuz? Önümüzdeki engelleri fırsatlara, dezavantajları avantajlara çevirmeyi başarabiliyor muyuz?

Çoğumuzun (ben de dahil) kabul etmesi gereken birşey var ki yukarıdaki sorulara %80 vereceğimiz cevap "aslına bakarsan hayır, yeterince değil" olur.

Türkiye'de viral'e gereken önemi veren bireyler ve interaktif ajanslar var. Gün geçtikçe sayıları artıyor. Örneğin kendilerini çok sevdiğim ve işlerine büyük saygı duyduğum Litespell (Erhan ve Can, selamlar:) ) bu gelişimi/fırsatı gördü ve en iyi şekilde değerlendirdiler. Duracell müzik maratonu için çektikleri viral video gerçekten çok başarılı ve kendileri ile konuştuğumda bu tip çalışmaları devam ettireceklerini söylediler. Bu güzel virali aşağıdan seyredebilirsiniz, eminim siz de benim gibi düşüneceksiniz:



Aşağıda (aslında çoğunuzun bildiği) Türkiye'de patlama yapmış viral örnekleri görebilirsiniz. Seyredin ve beni anlayın istiyorum, beni anlıyor musunuz :)




Nasıl? Gerçekten güzeller değil mi? Amaçları belli, ulaşmak istedikleri noktayı tam hedefinden vuruyorlar. Akılda kalıyorlar, birşey sizi dürtüyor ve paylaşmak istiyorsunuz. Bundan 4 yıl sonra bile aklınızda kalacaklar ve bir muhabbet sırasında "abi şey vardı hatırlıyor musun? Iımmm hani sayko bir herif taksimde çılgın gibi şarkı söylüyordu... Ne ses vardı be abi herifte, neydi ya? Hah, hani şu duracell olayı! " diyeceksiniz. İşte bir markalaşma yolunda başarı kazanmak böyle birşey!

Artık 2 boyutlu (görmek ve işitmek) markalaşma stratejilerini bırakıp, 5, hatta 6 boyutlu (görmek, işitmek, koklamak, dokunmak, tatmak ve iç güdü) stratejiler oluşturmalı ve aktiviteler gerçekleştirmeliyiz (tamam bilgisayarlar şu an koku sıkamıyorlar ama çok daha farklı yollar ile bunu başarabilirsiniz). Bize bu fırsatı sunan birçok yeni araç var, bu fırsatları görmeli ve değerlendirmeliyiz.

Sonuç olarak önümüzdeki 2 yıl içinde Türkiye bu fırsatı değerlendirecek ve reklam ajanslarının büyük bütçeli prodüksiyonları yerini interaktif ajansların çok daha küçük bütçeli viral pazarlama aktivitelerine bırakacak. Çok başarılı örnekler göreceğiz, yapacağız ve gelişeceğiz. Çoğu reklam ajansı da bu durumun farkında olduğu için kendi bünyelerinde interaktif ajanslar kurmaya başladılar (Durumu daha net özetleyemezdik sanırım). Yani Türkiye'nin reklam sektörü Viral ile Sarsılacak!

Hadi abi, müthiş bir seneryo geldi aklıma, kap kamerayı gidiyoruz, zengin ve ünlü olacağız :)

16 Haziran 2007 Cumartesi

Yahoo'dan büyük Gaf! Protesto ediyoruz...

Yahoo'da hava durumu bölümüne girip "İstanbul" yazdığınızda karşınıza "byzantion" kelimesi çıkıyor. Bu büyük bir gaftır, belki de bilinçli bir harekettir! Bütün blogları, bireyleri, kurumları protestoya davet ediyorum.

Çok Yakında...

İnteraktif Pazarlama Diyalog Platformu!
"Kim olduğun o kadar bağırıyorki, ne dediğini duyamıyorum!"

13 Haziran 2007 Çarşamba

Farkında olmadan etkilemek ve WOM yaratmak!

Dün işten eve döndüğümde, apartman girişindeki posta kutumda duran mektup dikkatimi çekti. Elimi uzatıp aldım ve ön yüzüne baktım. O an kahkalar ile gülmeye başladım :). Hatta asansöre doğru yürümem yaklaşık 3-4 dakika sürdü ara ara durup gülme krizleri geçirmem yüzünden. Mektup "Cem Bey" adına gönderilmişti, evet yanlış okumadınız "Cem Bey". Cem Batu beklerken Bey ile karşılaşmak beni nedense çok güldürmüş ve gönderen ile aramda enteresan bir bağ oluşmasını sağlamıştı.

Mektup Domino's Pizza'dan geliyordu. Türkiye'nin bu yıl en iyi ülke seçildiğinden, yepyeni bir pizza çıkardıklarından bahsediyordu. Bununla birlikte bana denemem için promosyon kuponları gönderiyorlardı.

Daha sonra eşim eve geldiği zaman masada duran mektuba bakmasını rica ettim :). Eline aldığında benim verdiğim tepkinin aynısını verdi.

Domino's acaba bunu bilerek mi yaptı? Yani bir iletişim stratejisi miydi, yoksa db'lerinde soyadım kayıtlı olmadığı için mecbur mu kalmışlardı? Bunu akşam diğer posta kutularını kontrol ederek öğreneceğim.

Ancak her ne olursa olsun Domino's gün boyunca maruz kaldığım yüzlerce pazarlama aktivitesinden sıyrılarak kendine sağlam bir yer edinmiş oldu. Belki farkında olmadan beni etkilediler ve hatta bu sayede wom yarattılar (bkz. blog bunu yazıyor).

Buradan çıkaracağımız sonuç şu olmalı: İnsanları gün boyunca bombardımana tutan tüm pazarlama aktivitileri aynılık gösteriyor. Ya yetersiz kalıyor yada iyi bir görsellik taşımaktan öteye gidemiyor. Daha net bir ifade ile farkındalık sağlamıyorlar. İşte bu farkındalığı sağlayabilen aktiviteler (ki bu örnekte olduğu gibi çok ufak hamleler ile bu sağlanabilir) wom yaratma ve akıllarda kalma eğilimi gösteriyorlar.

Farklılaşmak farkındalık sağlar ve her zaman iyidir! Farkında olmasak bile :)

Fenerbahçe'nin Büyük Pazarlama Aktivitesi: R. Carlos

Öncelikle bir Galatasaray fanatiği olduğumu belirtmeliyim. Ama aynı zamanda bir pazarlama delisi olduğumu düşünrsek FB'yi tebrik etmemde bir sakınca göremiyorum:)

Herkes Carlos'un Fenerbahçe'ye ne kadar faydalı olabileceğini konuşuyor. Neymiş efendim 34 yaşındaymış. Öncelikle Carlos'un ölmüş hali bile Türkiye'deki herhangi bir sol bekten daha iyidir, en azından aynı seviyededir.
Gelelim işin bizi ilgilendiren ve heyecanlandıran kısmına. Öncelikle Galatasaray yurt dışında tanınabilmek için yıllarını harcadı ve binbir zorlukla Uefa kupasını kazandı. Bu başarı GS'nin yurt dışında bir nebze tanınmasına olanak sağladı. Ancak GS'nin yıllarca terini akıtarak yaptığını, Fenerbahçe Carlos transferi ile gerçekleştirmiş oldu. Hatta muhtemelen ilerleyen dönemlerde GS'den çok daha fazla tanınır bir hale gelecek. CM, Fifa, Manager gibi oyunlarda, insanların Carlos'u artık hangi takımdan transfer etmek isteyecekleri ortada:)

Türkiye turizm ve ülke tanıtımına her yıl ne kadar bütçe ayırıyor biliyor musunuz? İşte bu işi daha büyük boyutta ve tek kalemde yaptı Fenerbahçe... Hem de ülkesine tanıtımına inanılmaz bir katkı sağlamış oldu.

Bir de işin maddi boyutu var. Carlos'un forma vs. gibi malzemelerinden elde edilebilecek karı düşünebiliyor musunuz? En basitinden daha şimdiden özellikle benzin istasyonlarında promosyon ile dağıtılan Carlos biblolarını görür gibiyim. Carlos ve Fenerbahçe'de dolarları görüyorlardır sanırım.

Bir tavsiyem var Fenerbahçe'ye. Artık world-wide bir kulüp olma yolunda sağlam adımlar ile ilerliyorsunuz. Özellike bu transfer ile çok büyük bir adım attınız. Bir de world-wide-web'te ilerlemeye ne dersiniz? Şimdiden Carlos'un Fenerbahçe forması ile dünya çapında ödüllü advergame (mesela frikik oyunu diyelim) turnuvalarını görebiliyorum, ya siz? Ya da güzel seneryolu virallerin dünyaya yayıldığını. Siz de fırsatları görün istiyorum!

Sonuç olarak ülkemiz adına çok önemli bir iş yaptı Fenerbahçe.
Bu transferde emeği geçen herkese teşekkür etmek düşüyor bizim gibi ipazarlama delilerine...

MagiClick'ten Büyük Başarı!

MagiClick, uluslararası alanda en prestijli interaktif medya ödülleri arasında gösterilen Horizon Interactive Awards’da 7 ödüle layık görüldü. MagiClick’in interaktif medya alanında hayata geçirdiği nitelikli projeler ve yarışmada bu yıl elde edilen başarıyla birlikte MagiClick Digital Solutions Genel Müdürü Murat Kalaora yarışmanın önümüzdeki dönem jüri üyeliğine davet edildi. 24 ülkeden 1.000’in üzerinde projenin katıldığı ve 19 farklı kategoride gerçekleştirilen yarışmada MagiClick en çok ödül kazanan firmalar arasında yer aldı.

Kaynak: http://www.marketingturkiye.com/

Trafo'da çalışırken 7 ödül birden almanın inanılmaz keyfini tatmıştım. Böylesine bir yarışmada bu tip bir başarı elde ettiği için MagiClick'i alkışlıyoruz. Murat Bey'in gelecek yıl jüride yer alacak olması da çok önemli bir gelişme. Başarılarının devamını bekliyoruz MagiClick, ve tabiki sektöre yapacağın katkıların...Elinize sağlık. Takipçiler buradan lütfen!

9 Haziran 2007 Cumartesi

DediKodu

Nereden geldi burnuma
Kafayı çekmiş gecenin uçuk kokusu?...
Zamansızlığım su gibi akarken
Talihsiz düşlerimin morgunda,
Kulağımdaki bu dedikodu uğultusu?...
Gerçi hala çözemedim ben:
Hangimiz dedi,
Hangimiz kodu?..

Dip

Yürümekten korktuğunda insan
Karanlık yokuşlarında zamanın,
Tek çaresi kalmıştır erkekliğin
Ki o da kaçmaktır utanmaksızın...
Hani atarsın içine,
Kollarını açmış bekliyordur seni pişmanlık
Birde çığlığı kaçırılan fırsatların...
Ağlasan da fayda etmez artık!
Dibine vurmuşsundur,
Kadınsı bir Yalnızlığın...

Sevgiliye Mektuplar - 1

Bugünlerde kendimizi yitiriyoruz sevgilim. Kaybetmeyi kabullenmiş bakışlardan, tereddütsüz akıyor yüzlerimize pişmanlıklar. İnandığımız değerleri küçük kuruşlarla değiştirmeye başladığımız ilk zamanı hatırlayamıyorum bile. Sanattan çok anlamam bilirsin, sıradan bir izleyiciyim sadece.

Çok uzun zamandır bir kutuya hapis olduk sevgilim. Bir uydu alıcın varsa “Seni seviyorum” dışında her şey dijital bir kristallikte, yüksek çözünürlükte veriliyor. Ne verirlerse onu alıyor, bizden ne almak isterlerse de onu veriyoruz. Düşünmek zor iş buralarda, açıkçası pek işimize gelmiyor sevgilim. “Tüketecek o kadar çok kaynak varken neden üretelim” mantığı çok prim yaptı bu aralar. Bazen “durun!” demek, göremediklerini göstermek, anlayamadıklarını anlatmak geliyor içimden. Ama büyük adam değilim bilirsin, hırkasız bir dervişim sadece.

Sessizliğimdeki bu büyük yangını göremeyenler, aşkı kelimeler ile anlatmamı istiyor sevgilim. Onlara “Kalp iki kişi için çok küçüktür, birini feda edin, işte o zaman gerçek aşkı bulursunuz” diyorum ama beni anlamıyorlar. Konuştuğumda esir alıyor cümlelerimi “sence” leşmiş “bence” ler. Konuşmayı pek sevmem bilirsin, sır tutabilen bir dinleyiciyim sadece.

Ödünç alınmış mutluluklarımıza inat hala bekliyoruz, yazılanlara uzak ve çizilenlere aykırı bir kurtarıcının inmesini gökyüzünden. Hayatımızı düzelteceğini ümit ediyoruz, temizleyeceğini tüm hatalarımızı. Ve durmadan devşirip karalıyoruz, kirletiyoruz, hacmi bir aşkı kaldıramayacak kadar küçük sayfaları.

Yinede umutsuz değilim sevgilim. Tıpkı ilk inen ayetteki gibi “oku”malarını bekliyorum özümdeki satırları:

Beklediğimiz her şey çoktan indi, artık sevmek zamanı!

Düşünmatik: Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım. ~ Socrates

Mısramatik:
Daralıyor hacmi duvarların…
İsterdim ki
Yırtık kafiyeler dökülsün
Yamalı bakışlarımdan…
Biliyorum,susmalıyım
Aramızda kalmalı
Gökyüzündeki yıldızdan
İçimize kayanlar…
Titriyor elleri zamanın…
İsterdim ki
Simetrik çığlıklar kopup gelsin
Uykusuz umutlarımdan...
Herkes payına düşeni alsın
Bu hicaz gecelerdeki
Aksak ritimli korkularımdan...

Çelişki

Soğuk namlunun ucunda,
Yaşamak için bir neden arar gibiydi...
Utanmışlığımla sevişirken kana bulanmış kirpikleri,
Maviyi istiyordu deniz gökyüzünden
Ve yeşili çalıyordu gözlerim gözlerinden.
Dokunuşuydu belki de yüreğime saplanan
Serseri bir kurşun tadındaki.
Öğrenemedik ki böyle zamanlarda
Yara almadan sıyrılabilmeyi.
Koşarken yelkovan akrebin peşinden
Biz varmıştık çoktan geceyarısına.
O ölmemek için bir neden arar gibiydi
Dayamışken alnını soğuk namlunun ucuna…
Kurtulmak için son bir umutla
Titrek sesiyle haykırdı cesur kadın:
“İki gönül bir olunca
Seyran olurmuş samanlık…”
Ve suskun tetiği çekti korkak adam:
“Olsa bile kaç adım ötede kalır ki yalnızlık…”

Seratonin: Yepisyeni bir İnteraktif Ajans

Trafo'da 4 yıl boyunca Grup Direktörü olarak çalışan, çok sevdiğim ve örnek aldığım Mehmet Bali artık kendi ajansı (bkz. başlık, Seratonin) ile sektördeki hayatına devam etmeye karar verdi. Yöneticilik konusunda çok başarılı olan ve kendisini herkese sevdirmeyi becerebilen nadide insan Mehmet'in çok başarılı olacağını biliyorum. Zaten yaptığı işlerle bugüne kadar kendini kanıtlamış ve birçok işi ödüller ile tasdiklenmişti.

Kendi ifadesi ile Seratonin, hizmet verdilen marka ile birlikte belirlenen amaca ve hedef kitleye yönelik, yaratıcılığın ön planda olduğu, interaktif, hatırlanır, duygu uyandıran, sonuç odaklı ve ölçümlenebilir canlı marka deneyimleri yaratıyor.

Hayırlı olsun Mehmet, başarılı ve yaratıcı işlerini dört gözle bekliyoruz. Takipçiler buradan lütfen!

Yepyeni bir İnteraktif Ajans: iGoa

Trafo'da beraber çalışma fırsatı yakaladığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ve öğrenmeye de devam edeceğim, başarı abidesi Ozan Coşkun, artık kendi ajansı ( iGoa) ile sektöre hizmet vermeye başladı.

Kendisi yıllarca çok başarılı işlere imza atmış ve birçok ödülün sahibi olmuştur. Bu kadar başarıya imza atmasına rağmen tamamen egosuz olması onu sektörün sevilen simalarından biri haline getirirken, iş arkadaşlarının da vazgeçilmez bir dostu olmasını sağlamıştır. Bugüne kadar sektöre verdiği hizmetleri kendi ajansında çok daha üst seviyeler taşıyacağına inanmanın ötesinde, bu şekilde olacağını biliyorum.

Hayırlı olsun Ozan Coşkun ve buradan buyrun takipçileri...

Mahkum

Prangalar takılmış ayaklarına,
İsyankar ruhunu esir almış zincirler.
Gözün görmez,
Sesini kimse duyamaz.
Töre zindanında
Yöre yöre çürümekte bedenin...
Şeytan satamadan getiremez artık,
Alıp götürdüğü yıllari.
İçeride kalmaya mahkumsun,
Kendi ellerinle öldürdün Dışarıyı...

Hoşçakal!

Ey! Gecelerime
bir şaytan gibi girip
Günün doğuşunu
zamansızlığa teslim eden,
Tutkularımın izdüşümü
Saygısız kadın...
Ey! Mehtabın şerefine kurulan
rakı sofralarında,
Masama meze,
dudaklarıma şarkı olan,
Acılarımın çığlığı
Melankolik kadın...
Ey! Arzularımın gölgesinden çıkıp,
gözlerimde rahibe,
Yatağımda yosma kesilen,
Adı bende saklı
Esrarengiz kadın...
Ey! Böylesine
sarhoş akşamlarda bile
Mutluluğa hasret
Alkolsüz düşlerime
kahraman olan
Zalim kadın....
Ben şimdi gidiyorum;
En az senin gittiğin kadar...
Sana, ağlamaklı kalemlerden
Sırılsıklam dizeler bırakıyorum...
Sana çocuksu sevdalardan
Yetişkin acılar bırakıyorum...
Geçmişime ait ne varsa,
Söküp yerlerinden,
Üzeri toz tutmuş
anılar masasının
Üzerine bırakıyorum...
Sana ait ne varsa
Çekinmeden gel ve al...
Ben şimdi gidiyorum;
En az senin gittiğin kadar...
Hoşçakal! ...

Esirindim...

Esirindim senin…
ve özgürlüğümdün sen….
İpe sapa gelmez bahanelerimin,
Her biri yeni bir hataya gebe olan özürlerimin,
İsyankarlığımın ve saygısızlığımın biraz da
Belki de her ölümün zamansız oluşunun
Sebebiydin sen…
Zincirlere vurulunca evcilleşen düşlerimin
Kapana sıkışmışlığıyla muzdarip,
Sahibi ile çelişkideki benliğimin…
Ve çoğu zaman nedenini bilemediğim
Hatta bir türlü gerçekleştiremediğim
Gidişlerimin sebebiydin sen…
Bense…
Esirindim senin…
Ve özgürlüğümdün sen benim…

Vakti Geldi...

Artık vakti geldi,
Bilirim...
Gitmek gerekli buralardan...
Gereksiz zamanlarda,
Kavrulmalı yitik aşkların ateşinde
Rüzgara karşı bir defter yaprağı kadar
Güçsüz yarınlarımız...
Günaha böylesine vurgun
Bedenlerimizin arkasından
Su dökmeli ki çabuk dönelim
O acıyı marifet bilen ruhlarımız...
Özlem dolu ellerimiz tuşlamalı
Bir “Alo” ya muhtaç anlarımızın
Ezbere bilinen numaralarını...
Sanki birbirimizi hiç tanımıyormuşçasına
Sarf edilen kelimelerin ardından
Ayıp olurmuşçasına saklamalıyız
Akacağı yeri belirsiz,
Kendi bizden habersiz gözyaşlarımızı...
Sonra uzun geceler olmalı...
Kısa ömürlerimiz yansımalı
O gecelerden kalma çatlak gözlerimize...
Dostlara “Hani” ile başlayan cümleler verip
“Eğer” ile vurgulanmış başka cümleler almalıyız ki
Kandırabilelim kendimizi
Kendi kendimize...
Uzunca bir yalnızlığın ardından
Kuru bir kalabalıkta bulmalıyız
Sözde mutluluğu...
Yarışmalıyız kısa bir süre için
Önce kim dolduracak diye
İçimizdeki boşluğu...
Masalar olmalı biraz
Biraz filmler
Biraz da şarkılar...
Anılar yağmalı kulaklarımıza
Acılar yığılmalı...
Gerçi onlar söylenmeli biz susmalıyız...
Ve bir gün;
Koyu renkli dosyaların içinde
Toz tutmaya mahkum raflara kaldırmalıyız herşeyi...
Üstelik bir sır gibiymişçesine saklamalıyız...
Artık gitme vakti,
Bilirim...
Düşündüm de;
Sen git,ben sonra gelirim!..

Anladın mı?

Kırılganlığa soyunan gecelerin
Şairlere acıyan bir yanı vardır...
Öksüz perdeler misali
Kanar içindeki yara;
Eli rengarenk kalemleri tutupta
Yüreği bir aşkı kaldıramıyacak kadar güçsüz şairlerin...
Örtülü pencerelerin ardında
Beyaz sayfalardır tesellisi acıyı marifet bilenlerin
Ki kısa bir süre için
Doldurur boşluğunu zamansız gidenlerin...
Daha küçük yaşlarda öğrenilir oysa
“Ali topu bana at” demek
Ne kadar zor geliyor oysa şimdi
Deve kadar boyumuzla
“gitme kal” diyebilmek...
İşte şairlerin de böylesine garip
Öylesine derin bir susuşu vardır...
Bizzat gariptir kendileri...
Anlamak için ölmek gerekir
En az onlar kadar
Ki yürüyen cesettir kimlikleri...
Geceleri yaşadıklarından belki
Belkide gözükmediğinden aynalarda
Mutlu bir surete özlemleri...
Çok şair bilirim;
Coğrafyalara sığdırılamıyacak bir sevdayı
Öznesiz cümlelere sığdıran....
Belkide tutkunun gizemidir ama birazda gidenlerin utanmazlığı
Yaşamı öylesine saklı ve ölümü böylesine açık kılan...
Kırılganlığa soyunan gecelerin
Şairlere acıyan bir yanı vardır...
Öksüz perdeler misali
Kanar içindeki yara;
Ve sen bunu asla anlayamazsın!

7 Haziran 2007 Perşembe

Platonik Bir Hikaye!

Gecenin içinde sevgi öksüzü kadavraların platonik hikayesi vardı... Anlatılacakların çoğunu gözler yığmıştı bile dudaklara. Maviye hasret bir bulanıklık vardı denizin sesinde ve geçmişin ürkütücü pençesiydi asılı duran zamanın ensesinde. “Vardı” lığın acısıydı belki de ince dilimlere bölen yokluğu...

Yalnızlığın içinde kalabalık ihtirasların gölgesi vardı. Değerli ne varsa çoktan harcanmıştı bile kaypak ellerinde yüreğin. Yalnız filmlerdi elbet mutlu biten, kara bir ekranda “son” yazmadan önce. Mutluluğun tortusuydu belki kalan,içmeye yeltenmediğimiz bardak diplerinde...

Kurduğumuz cümlelerde bile içimizdeki dehşeti zamansız su üstüne çıkaracak birer denizaltıydı bağlaçlarımız. Bizler değil miydik sanki en güzel sıfatları, bir gün tamlamanın belirsizleşeceğini bilerek isimlerin başına getiren, titrerken en çocuksu yanımız? Marifet en acıyı bulmaktı belki onca kelimenin içinde...

Bir gülün zarafetinde bile içimize batan dikenler vardı. Yalanlar vardı arkasına sığındığımız, duvarlar vardı. Yolda yürürken gördüğümüz o sarışın bebeciğin gülüşünde umudumuz vardı. Işıklarda durmuş karşıya geçmeyi bekleyen o eli bastonlu teyzenin yüzünde geleceğimizin korkusu vardı. İnandıklarımız vardı ve uğruna savaştıklarımız. Maviye hasret bir bulanıklık vardı denizin sesinde ve ana şefkatiydi aradığımız telefonların ulaşılamaz verdiği saatlerde. “Vardı” lığın acısıydı belki de ince dilimlere bölen yokluğu ve kazıyorduk istemeden içimizdeki derin boşluğu...

Yaşamın içinde sonu belirsiz oyunların perdesi vardı. Biz miydik her biri ayrı bir dram oyunlarımızın senaristleri, yoksa figüranlar mıydık sadece uzun bir dramanın içindeki? Yalnız filmlerde idi mutluluk elbet, hani şu kara bir ekranda “son” yazmadan önceki...

Üzerimizdeydi sanki gecenin himayesi...Ve özümüzde saklıydı sevgi öksüzü kadavraların platonik hikayesi!

Düşünmatik: Toprağın neresini kazarsan kaz, bir define bulacaksın. Ancak bir çiftçinin inancıyla kazmalısın! (Halil Cibran)

Mısramatik:
Soğuk namlunun ucunda,
Yaşamak için bir neden arar gibiydi…
Utanmışlığımla sevişirken kana bulanmış kirpikleri,
Maviyi istiyordu deniz gökyüzünden
Ve yeşili çalıyordu gözlerim gözlerinden…
Dokunuşuydu belki de yüreğime saplanan
Serseri bir kurşun tadındaki,
Öğrenemedik ki böyle zamanlarda
Yara almadan sıyrılabilmeyi.
Koşarken yelkovan akrebin peşinden
Biz varmıştık çoktan gece yarısına
O ölmemek için bir neden arar gibiydi
Dayamışken alnını soğuk namlunun ucuna…
Kurtulmak için son bir umutla
Titrek sesiyle haykırdı cesur kadın:
“İki gönül bir olunca
Seyran olurmuş samanlık…”
Ve suskun tetiği çekti korkak adam:
“Olsa bile kaç adım ötede kalır yalnızlık?”

Böyle başladı...

Şairin dediği gibi:

"Yazmak lazımdı,
Yazmasak olmazdı çünkü..."

Sevgi ve Saygılar Biz'den...